UNESCO un Kuruluş Günü (16 Kasım)

UNESCO NEDİR?
UNESCO kelimesi, İngilizce United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization kelimelerinin baş harfleri alınarak oluşturulmuştur. Dilimizde Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu biçiminde karşılanmıştır.

UNESCO Birleşmiş Milletlerin bir özel kurumu olarak, İkinci Dünya Savaşı dan sonra, 1946 yılında kurulmuştur. Bu Kurumun Yasası 1945 yılı Kasım ayında Londrada 44 ülkenin temsilcilerinin katıldıkları bir toplantıda kabul edilmişti. Türkiye, bu Yasayı imzalayan ilk yirmi devlet arasında onuncudur. UNESCO Sözleşmesi, ülkemizde 20 Mayıs 1946 tarihli ve 4895 sayılı kanunla onanmıştır.

UNESCO bütçesi, üye devletlerin iki yılda bir bu Kuruma ödedikleri aidat ile sağlanır. Bu bütçe dışında, Birleşmiş Milletler Özel Fonu dan, teknik yardım programından olmak üzere, önemli para kaynakları temin edilir. Bu kaynaklar, iki yıllık UNESCO bütçesi tutarına yakındır.

UNESCO eğitim, bilim ve kültür alanlarındaki amaçlarını, kendisine üye olan her devlette kurulan Milli Komisyonlarla gerçekleştirmeye çalışır.

Merkezi Paris e bulunan UNESCO (www.unesco.org) nun iç yapısı bakımından üç organı vardır:

Genel Konferans, Yürütme Konseyi, Sekreterlik.

Genel Konferans:
Üye devletlerin temsilcilerinden oluşur. 1946-1953 yılları arasında Genel Konferans halinde her yıl toplanmış, 1954 yılından beri de iki yılda bir toplanmaktadır. Bugüne kadar 33 Genel Konferans toplanmıştır. Genel Konferans, Kurumun en yetkili organıdır. Yürütme Konseyi üyelerini ve Genel Direktörü seçer, UNESCO un çalışma programlarını kabul eder, bütçesini belirler.

Yürütme Konseyi:
Genel Konferansa katılan ve hükümetlerince aday gösterilen temsilciler arasından dört yıl için seçilen 58 üyeden oluşur. UNESCO Yürütme Konseyine 1946-1949 yılları arasından ülkemiz adına Reşat Nuri GÜNTEKİN; 1949-1951de Ahmet Kutsi TECER; 1958-1966 yılları arasında Prof. Dr. Bedrettin TUNCEL seçilmişlerdir. Prof. Tuncel, 1964 yılı sonunda UNESCO Yürütme Konseyi Başkan Vekili olmuş, 1966 yılı sonunda UNESCO un XX. yıldönümünde, iki yıl için (1966-1968) UNESCO Genel Konferansı Başkanı seçilmiştir. Yürütme Konseyinde ülkemiz Prof. Dr. Erdal İNÖNÜ, Prof. Talat HALMAN ve Prof. Dr. Orhan GÜVENEN tarafından temsil edilmiştir.

Sekreterlik:
UNESCO Sekreterliği, Genel Konferansça altı yıl için seçilen bir Genel Direktörün yönetimi altında çalışır. Eğitim, bilim, kültür ve iletişim bölümlerine ayrılmıştır. Sekreterliğin başlıca görevi, iki yıllık UNESCO programlarının uygulanması için gerekli bütün teknik çalışmaları yapmak, tedbirleri almaktır.

İlk Genel Direktör, Julian Huxley (1946-1948, İngiltere) olup kendisini Jaima Torres Bodes (1948-1952, Meksika); John Taylor (1952-1952, A.B.D.); Luther Evans (1953-1958, A.B.D.); Vittorino Veronese (1958-1961, İtalya); Rene Maheu (1962-1974, Fransa); Amadou Mahtar MBow (Senegal, 1974 yılında ilk kez ve 1980 yılında ikinci kez seçilmiştir); Federico Mayor (İspanya, 1987 yılında bu göreve getirilmiş ve 1993 e tekrar seçilmiştir); şimdiki Genel Direktör Koichiro Matsuura (Japonya) dır.

UNESCOya üye devletlerin sayısı 191dir.
16 Kasım UNESCO Kuruluş Günü ve Dünya Felsefe Günü

UNESCOnun kuruluşu olan 16 Kasımlı günlere önemli iki olgu daha rastlıyor. Birisi Uluslararası Hoşgörü ya da Tolerans Günü ve diğeri Dünya Felsefe Günü.

Sanki Kasım ayı UNESCOyu felsefeye bağlıyor. Hele bu yıl Dünya Felsefe Gününün ülkemizde kutlanacağı düşünülürse, bu bağlantı daha da pekişiyor. Bunun nedeni Miletli yani Didimli Tales, kimilerine göre Batı Felsefesinin ilk filozofu. Bu yıl Dünya Felsefe Günü İonyalı Talesin yaşadığı bu topraklarda, İoanna aracılığı ile bizi buluşturuyor. Profesör İoanna Kuçuradi, buradaki kutlamamızın bir anlamda mimarı.

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu olarak böylesi bir toplantıyı sahiplenme görevi bize yönelince akla hemen Felsefe-UNESCO bağlantısı geldi. Bu örgütün kuruluşunun ve öngördüğü etkinliklerin felsefi açılımlar olduğunu düşünmemek imkansız. Senegalli felsefe profesörü Süleyman Bachir Diagne, Gelecek için nasıl bir UNESCO tartışmalarında neredeyse aynı şeyleri dillendiriyor ve UNESCOnun bu ihtiyar dünya için hala yeni bir fikir olduğunu ileri sürüyor.

Gerçekten UNESCOnun bir fikir laboratuvarı olarak insanoğluna, onun onuruna yakışır düşünceler, fikirler ürettiği, bu misyonu ile bir çok konuda bir felsefe mutfağı görevini üslendiği açıkça söylenebilir. Söz gelimi eğitimi bir İnsan Hakkı olarak görerek bunu bir hedef haline getiren Herkes İçin Eğitim programı; Barış Kültürü olarak bilinen ve artık neredeyse bir slogana dönüşen yaklaşım; bu yaklaşımın bir parçası olarak görülmesi gereken Hoşgörü-Tolerans fikri ilk akla gelenler.

Biyolojik çeşitlilik ile kültürel çeşitlilik arasında bağ oluşturma fikri de bu örgütte yeşerenlerden. Hatta uluslar arası sözleşmelere dönüştürülüp birer yasal aygıt olarak herbirinin korunmaya alınması öngörülenlerden.

Ya İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin daha bilimsel dayanaklarla yeniden biçimlendirilmesi olan Biyoetik ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine ne demeli? Bunların hepsi, şüphesiz felsefi açılımları içeriyor.

Artık bu yıl Türkiyede kutlama fırsatı bulduğumuz Dünya Felsefe Gününde, UNESCOnun kendisinin ve öngördüğü, örgütlediği, desteklediği programların, projelerin neredeyse tümünün, Felsefe dayanaklı açılımlar olduğunu daha cesurca dile getirebiliriz.

İnsanoğlunun bir arada yaşamasını sağlayan devlet mekanizmalarının sadece bir erk, güç olarak algılanmasının doğru olmadığını, bunun için erk sahiplerinin UNESCOyu yazarı ile, çizeri ile, bilim ve düşün adamları ile birlikte hareket etmelerini öngören bir Diyalog ortamı olarak görmeleri gerektiği kanaatindeyiz.

İşte bu UNESCO yapılanması, insanoğlunun yaratısı olarak nitelenebilecek Kültürlerin tümünün denkliğini dile getiren ve bunlara tüm insanlık adına sahip çıkılmasını telkin eden ve hatta zorlayan sözleşmeler olan Kültür ve Doğal Varlıkların Korunmasına İlişkin Sözleşme ve Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi ile yetinmemiş ve Kültürlerarası-Medeniyetlerarası Diyalog programını öngörmüştür. Görünürlülüğü sağlamak üzere prestij listeleri oluşturmaya yönelmiş ve böylece toplumlarda, bireylerde bilinç ve sağduyu oluşturulmasını hedeflemiştir. Bu yaklaşımın felsefi olduğunu söylemek yanlış olarak betimlenmemelidir.

Etik, UNESCOda başlıbaşına bir felsefi yaklaşım olarak önümüze çıkıyor. Bilim ve Teknoloji Etiği Dünya Komisyonu; Uluslararası Biyoetik Komitesi bu yaklaşımın neredeyse bağımsız sürücü güçleri olarak yeni felsefi söylemleri, uygulamaya doğru yönlendirmeyi hedefliyor. İnsan Hakları uygulamalarından sonra bu yaklaşımlar, belki de Felsefenin uygulamaya aktarıldığı, uygulama alanı bulduğu, somutlaşan sonuçlara yöneldiği ilk yaklaşımlar olarak düşünülebilir.

Yukarıda değinilenlerden sonra UNESCOnun sözgelimi su ve suyla ilgili ekosistemlerle; yerbilimleri ile; okyanuslarla ilgilenmesini, hem de felsefi çıkış noktalarından hareketle özel yapılanmalar oluşturmasını takdir etmek gerekir düşüncesindeyiz.

Bu arada İfade Özgürlüğü olarak bilinen kavramın en önemli savunucusunun UNESCO olduğuna vurgu yapmak gerekir. Ayrıca Bilgiye Erişimi bir insan hakkı olarak görmek; Bilgi Toplumunda Etik Konulara değinmek, felsefe tabanlı yaklaşımlar olarak nitelenmelidir.

Böylesi öncü, böylesi insani, böylesi, tabir caizse şövalyece bir misyonu üslenen UNESCOnun, aradan geçen bunca yıl sonra başarılı olarak düşünülebilmesinin karşısındaki en büyük engel, küreselleşme, uluslararası siyaset ve bunların sürücü gücü olan sorumsuz, hırslı ekonomik mekanizmalardır kanaatindeyiz. Ama tüm insani değerlerin savunulmasına dayanak oluşturacak felsefi argümanları ürettiği için UNESCO, başarılıdır demek geliyor içimizden. Bunun sürdürülebilmesinin bu benzersiz yapıda entelektüel katkıların öne çıkarılması ile mümkün olabileceğine vurgu yapmak yerinde olur.


Prof. Dr. Arsın AYDINURAZ
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu
Başkanı
16 Kasım 2007

NE ZAMAN?

Haber Kategori
Sınav
Haber Kategori
Sınav
Haber Kategori
Sınav
Haber Kategori
Sınav
Haber Kategori
Ne Zaman
Haber Kategori
Haber

SON HABERLER