Kan Çiçekleri Kitap Özeti

Kan Çiçekleri Kitap Özeti

Kan Çiçekleri
Yazar, Çanakkale Savaşları ın laboratuarına girmiş, bu savaşla ilgili yüzlerce kitap okumuştur. Savaşların geçtiği bölgeyi karış karış gezen, belgelerde bahsi geçen çeşitli olayların hangi derede, hangi çalının dibinde, hangi hendekte cereyan ettiğini tespit için çok sayıda Çanakkale gazisi ile görüşen yazar, öğrendiklerini millî ve manevî bir renk katarak muzafferiyetin temellerini ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Türk tarihinde çok önemli bir yeri bulunan Çanakkale Savaşları, şimdiye kadar bu tarzda ele alınmamış, tarihî olayların arka plânı da bu şekilde değerlendirilmemiştir. Çanakkale Savaşları, Türkün kendine güven duymasını sağlayan en önemli olaylardan biridir. Fakat ne üzücüdür ki, bu büyük zafer, bu ülkenin gençlerine yeterince öğretilememiştir.
Yanlış bir geçmiş bilgisi, bu günü kavramada ve geleceği tasarlamada eksikler, hatalar ve ihanetler doğurmuştur. Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar en çok ahlakta yükselemeyen toplumlar, en büyük kutsal şeyler karşısında bile değersiz duygularına kapılmaktan iradelerine sahip olamazlar.
Bir hilâl uğruna nice güneşlerin battığı Çanakkalede yaşanan tarihî olayların iyi anlaşılabilmesi için ve gençlerimizin o olayı idrak edebilmesi için de menkıbelerin sesine kulak vermek, yani millî muhayyile hazinesinin kapılarını açmak gerekir. Tarihin menkıbelerle, destanlarla beslendiğine ve ancak onlarla beslendikten sonra millî tarihimizin daha iyi anlaşılabileceğine inanıyoruz. Kitaptaki "insanlık sevgisi" isimli menkıbeden bazı bölümleri şu şekilde aktarabiliriz:
İNSANLIK SEVGİSİ
Çanakkale Savaşları da Teğmen olarak görev yapan, daha sonra, Avustralya Genel Valisi olan Lord Caseyden dinleyelim: Biz Avusturyalılar, sizleri Geliboluda tanımış ve sevmişizdir. Ben de o savaşa Teğmen rütbesiyle katılmış bir Anzakım. O kanlı, fakat her iki tarafın da mertçe sürdürdüğü savaşta edindiğim intibaları, aynı sıcaklıkla yüreğimde taşıyorum. Arıburnu Cephesi deydik, kuvvetler arasındaki mesafe sekiz-on metre kadardı. Korkunç siper savaşları yapılıyordu. Yine cehennemi bir çatışmadan sonra, silâh sesleri kesilmişti. Taraflar yavaş yavaş siperlerine çekildiler. Yaralılar, savaş meydanındaydı...
Bizim tarafta feryatlar, inlemeler vardı. İki siper arasında kalmış, yaralı bir İngiliz Yüzbaşısı açıkta; "İmdat! Kurtarın beni, yardım edin!" diye bağırıyordu. İngiliz siperlerinden: "İçinizden birisi, Yüzbaşıyı getirsin." diye sesler işitildi. Nerede o cesaret, yürek!..
Askerler: "Git sen getir... Hayır, sen getir... Ölmek istemiyorum... Zaten Yüzbaşı biraz sonra ölecek... Cesareti varsa komutan kendisi getirsin!.."
Sonra yine, yüzlerce silah sesleri patladı... İngiliz komutan : "Yüreksiz herifler, o sizin komutanınız!.. Çabuk getirin onu."
İşte İngiliz siperlerindeki konuşmalar böyleydi. Fakat bu sırada:
Karşımızdaki bir Türk siperinde silâhın ucuna takılmış beyaz bir iç çamaşırı yukarı kaldırılarak sallandı. Her taraf sessizliğe gömülmüştü. Her iki tarafın siperdekileri silahları üzerine doğrulmuş, dikkatle onu takip ediyordu. Siper ardından iri yapılı bir er yükseldi; Kesin tavırlarla yükselttiği çamaşırı silâhı sipere attı. Kendine güvenen tavırlarla yavaş yavaş yaralıya doğru ilerliyordu. Karşı taraf ve çevresiyle ilgilenmiyor; herkes donup kalmış Türk askerini seyrediyordu. Şaşkınlıktan kurtulabilen askerler Mehmetçiğe nişan almaya çalışıyorlardı. Türk askeri, hiçbir şeye aldırmadan yaralının yanına geldi. Nazik yumuşak hareketlerle yaralının kıyafetini düzeltti . Yaralıyı yerden kaldırdı. Yaralının kolunu omzuna koydu. Yavaş ve emin adımlarla yaralıyı bizim tarafa getirdi. Siperimizin üzerine yavaşça bıraktı, geldiği gibi kendi siperine döndü.
İngiliz siperlerinde şaşkınlık devam ediyordu!
İngiliz komutanı: "Korkak sıçanlar... cesaret örneği görün... Hele bunlarla birlikte aynı cephede savaşmanın tadına doyulmaz... Bu yiğit Türk çocukları keşke dostumuz olsalardı. Bu kahramanlarla savaş değil , dostluk yapmalı... Dostluk."
Bu Türk askerine teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu.
Şimdi okuyacağınız menkıbenin, insanlara çok çekici gelen ve aklınızda kolaylıkla yer eden bir yumuşaklığı ve tatlılığı vardır.
Çanakkale Savaşları da, Fransız kuvvetlerine komuta eden General Guro, savaş sırasında bir kolu ile bir bacağının bir kısmını, savaş sırasında bırakarak yurduna dönmüş. Daha sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için çocuklarınızla daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Biraz evvel doğa çevremizde en nefis güzellikteydi.
Su çiçekleri, leylaklar, Peygamber çiçekleri, papatyalar bir gökkuşağı âlemi oluşturuyorlardı. Şimdi, savaş sahasında dövüş bitmiş, o güzelim tablo, kan revan içindeydi. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır kayıplar vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk Askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla bir konuşma yaptık: Niçin, öldürmek istediğin askere şimdi yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
Bu Fransız yaralanınca yanıma düştü. Cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi! Anlamadım!.. Ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok! İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün!..
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı!.. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşların donduğunu hissettim! Çünkü, Türk askerinin göğsünde, bizim askerinkinden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı!..
Az sonra ikisi de öldüler!!!
Aziz okuyucu, sizlere yüzlerce menkıbeden tarayarak sunduğum bu olayların kahramanları bizim canımız, bizim cevherimizdir. Biz onların torunlarıyız. Övünelim, iftihar edelim, çünkü, o cevherin damarından geliyoruz.

Özetimi kitapta geçen Atatürkün bir öz deyişiyle bitiriyorum.
"Milletimiz aleyhinde söylenenler bütünüyle iftiradır. Milletimizin büyük kabiliyetleri tarihen ve mantıken sabittir."