Varoluş Projesi Kitap Özeti

Varoluş Projesi Kitap Özeti

Yazarı: Serkan Dulkadir
Yayınevi: Nüve Kültür Merkezi Yayınları
Basım Tarihi: 2005
Sayfa Sayısı: 260

KİTAP HAKKINDA
“Müthiş bir kurgu...Kitabın başı ve sonu itibariyle iyi kurgulanmış bir eser..Kitabın orta kısımları zaman zaman durgunlaşsa da sürükleyici bir roman.Belki, kitapta adı geçen kahramanlar, okuyucuya farklı bir ideolojiye kapılma hissi verebilir.Bence kahramanların isimleri daha farklı olabilirdi. Siyonizmi, sereserpe ortaya koyan ilk kitap olması da kitaba ayrı bir zenginlik katmakta.Yazarın Dil konusundaki hassasiyeti ve Dile olan sevgisi romanda belirgin bir şekilde görünmekte.…Farklı ve güzel bir üslup…”
Yalçın KÜÇÜK






İNCELEME
1983 yılında Kırşehir’de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra Selçuk Üniversitesi Turizm ve Otel işletmeciligi bölümüne girdi. Burada Selçuk Üniversitesi Türkçe Topluluğunu kurdu ve yönetti. Aynı dönemlerde, bütün üniversitelerde Türkçecilik akımını yaymak için çalışmalarda bulundu. Bu kapsamda, muhtelif üniversitelerdeki on beş arkadaşıyla birlikte Türkçe Topluluklan Birligini (TTB) kurdu. Türk dilinin ve kültürünün maruz kaldığı bozulmayı duyurabilmek için eylemler tertip etti ve bu eylemleri yönetti. Makaleleri, röportajları ve demeçleri bazı gazete ve dergilerde yayımlandı. “X ve Y”, “Acıbadem” gibi tiyatro oyunlarının müziklerini yaptı. İlk kitabı EŞKAL (Şiir) 2004 yılında yayınlandı.

“Varoluş her şeyden evvel, bir içgüdüdür”!..
Kumpasçı rolünün yazarın siyasi duruşuna göre Ermeniler, Kürtler, Sebataycılar, radikal islamcılar, misyonerler, İran, İsrail ve ABD arasında gidip geldiği, çok sayıda “belgelere” dayalı “inceleme” kitabı, zıt siyasi ve ideolojik bağlanımlar ama benzer bir düşünme mekanizmasıyla giderek artan sayıda ve iştahla üretiliyor, ama şaşırtmıyorlar; Orta Asya tarihini Çinlilerin “Böl ve Yönet” politikasına kurban gitmişlik, Osmanlı tarihini saray entrikaları, hile ve desise üzerinden anlatan; I. Dünya savaşında aslında yenilmediğimizi savunurken aynı cümle içinde yenilginin sorumluluğunu bizi sırtımızdan hançerleyen Arap, Rum ve Ermenilere yükleyen; ekonomik ve sosyal bozuklukları “komünizm geliyor” umacısıyla savuşturan; Kıbrıs meselesini Rum, soykırım iddialarını Ermeni lobisine fatura eden; ekonomik sıkıntıları “bizde Arap ülkelerindeki kadar çok petrol varmış, ama Amerikalılar çıkartmıyorlar, ihtiyaç duyacakları zamanlara saklıyorlarmış” ya da “Bor petrolden bile değerliymiş” tezleriyle çözümleyen; her türden spor müsabakasındaki yenilgiyi hakem oyunlarına bağlayan ve meseleyi “Türkün Türkten başka yok” şiarıyla noktalayan bir millet, dünyayı saran komplocu zihniyete ayak uydurmakta hiç güçlük çekmiyor.
Serkan Dulkadir’in politik bilimkurgu romanı olarak tanıtılan “Varoluş Projesi” de sözünü ettiğim komplocu zihniyetin bir ürünü. “Ceviz Kabuğu” tarzındaki TV tartışma programlarından hatırlayacağınız hikayesini özetlerken sözünü ettiğim zihniyeti biraz detaylandırabilmek için alıntıları uzun tutacağım. Karakterlerin tanıtıldığı, gençlikteki yozlaşmayı işaret eden giriş bölümünü kahramanımız Altuğ’un kısa hayat hikayesi izliyor ve kitabın ana fikrine geliyoruz; Siyonizmin hazırladığı hain plana…
“Netice itibariyle Türk Haberalma Kurumunun yapmış olduğu teknik ve mantıki tetkikler gösteriyor ki, İsrail devletini kuran Siyonistler, Türkiye’deki sözde “Kutsal Topraklar”ına kavuşmak için Amerika’yı ve Amerika’nın uşakları Avrupa ülkelerini kullanarak, etnik ırkçıligı fitillemekte, dilimizi ve kültürümüzü parçalamakta ve bu yolla da Türkiye’yi bölerek, sözde topraklarına ulaşmayı hedeflemektedir. Öyle ki yıllarca Türkiye’nin başına musallat olmuş terör örgütleri bahsolunan ülkeler tarafindan kimi zaman açıkça diplomatik ilişkilerde, kimi zaman ise gizliden gizliye maddi ve manevi yönden desteklenmiş ve ülkemizdeki “siyasi kompradorlar” tarafından milli eğitimimiz dahil tüm alanlarda Türkçe’miz geri plana atılarak kültürümüzde delikler açılması sağlanmıştır”.
İşte bu durumu tespit eden ruhbilimi ve fizik uzmanı Dr. Kıvanç Albayrak devletin denetiminde ve yüce Türk ulusunun geleceği için on beş yıldan beri etrafına topladığı çeşitli uzmanlarla “Varoluş Projesi” üzerinde çalışmaktadır; “Varoluş Projesi”sinin amacı isminden de anlaşılacağı gibi “varolmaktır”. Milletlerde “varolmak” ancak ve ancak gelecek nesillerin kültür bilinciyle yetişmesine ve bu nesillerin devamlılığına bağlıdır. Yani, milletimizin devamlılığı için hayati önem taşıyan bu proje, doğrudan eğitimle alakalıdır. Projeye; Yabancı dille eğitim saçmalığının bulaşıcı hastalık gibi yayıldığı, anaokulu çağlarından başlayıp evrenkentlere kadar ulaştığı ülkemizde, yeniden Türk diliyle eğitime dönülmesinin sağlanmasıdır da diyebiliriz”.

Macera Başlıyor
Elbette uzmanların projesini hayat geçirecek birimlere de ihtiyaç var. Ancak kendisini bir eğitim seferberliği olarak sunan projenin ve birimlerin eğitimle uzaktan yakından ilgisi yok. Onlar sadece dövüşmek için eğitilmiş, ağır psikolojik deneylerden geçirilmiş “tetikçi”ler. Kahramanımız Altuğ; “polis akademisini bitirmiş, zeki, çevik, aldığı spor eğitimleriyle atletik bir yapıya sahip, gittiği her yerde bayanlar tarafından arzu edilen, yeşil gözlü, yakışıklı, bir doksanın biraz üzeri boylarda, yüreği vatan aşkıyla yanıp tutuşan, “Şovenist Türkçülük” kültürünü devam ettirmek yerine, ülkesini her şeyiyle bir bütün olarak benimseyen, ülkedeki bütün güvenlik güçlerinin hayranlığını kazanmış, İngilizce, Rusça ve İbranice bilen çok değerli bir önder…”
Altuğ, işte bu çok gizli ve önemli proje gereği ortadan yok ediliyor. Komplocu zihniyetin o basit işleyişini gösterebilmek için Altuğ’un yok ediliş hikayesini de kısaca özetlemek istiyorum. Altuğ, önce medyaya yansıyan bir operasyonla yakalanmış, kamuoyu bir çete üyesi olduğuna inandırılmış; sonra mahkumiyetinin birinci yılında serbest bırakıldığı; dışarı çıktığında eşcinsel eğilimlerinden dolayı ameliyat olarak bayan olmaya, iş bulamayınca da bir fahişe olarak çalışmaya karar verdiği; en sonunda da bir gece, İstanbul’da bir otoyolda araba çarpması sonucunda hayata gözlerini yumduğu haberleri fotoğraflarıyla birlikte kamuoyuna duyurulmuş…
Altuğ, başına gelenlere önce isyan edecek, ama ikna olması elbette uzun sürmeyecek ve gözünü kırpmadan ölümüne bir kavgaya girişecektir. Öyle ki, kendisi bile şaşırmıştır. Nitekim “Bize bu gücü kim veriyor?. Nasıl oluyor bunlar baba?” diye soracaktır Dr. Kıvanç’a. Aldığı yanıtlar çok “öz”lüdür; “Biz gücümüzü milletimizin özünden alıyoruz oğlum. Bize tüm yardımları tüm bilgileri milletimizin özü veriyor. Ta diplerdeki derinlerdeki öz bu. Sana şu kadarını söyleyebilirim yavrum. Belki derinlerde bir yerlerde yaşayan, ama aramızda gezen birileri vardır... Yolun açık olsun oğlum. Mayana güven. O seni hep doğruya götürecektir. En doğruya…” Başka bir söze gerek var mı? Yok diyor Altuğ, ve “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye haykırarak gidiyor.

Komplocular Birleşin
Şimdi bu derme çatma komplo hikayesinin nesini ciddiye alıp da Pandora sitesinde “haftanın kitabı” köşesine koyduğumu sorabilirsiniz. Öncelikle son yıllarda bu tarz romanlarda görülen artışa dikkat çekmek, öte yandan, devletin, medyanın ve toplumun tamamına yayılan komplocu zihniyetin “inceleme” kitaplarında açıkça dışa vurulamayan “öz”ünün romanlarda nasıl da umarsızca dillendirildiğini göstermek istedim. Kitabın arka kapağındaki Yalçın Küçük imzalı tanıtım yazısının da rolü oldu elbette. Komplo konusunda uzman bir üstadın milliyetçi gençlere verdiği destek gerçekten takdire şayan; “Müthiş bir kurgu...Kitabın başı ve sonu itibariyle iyi kurgulanmış bir eser.. Kitabın orta kısımları zaman zaman durgunlaşsa da, sürükleyici bir roman. Belki, kitapta adı geçen kahramanlar, okuyucuya farklı bir ideolojiye kapılma hissi verebilir. Bence kahramanların isimleri daha farklı olabilirdi. Siyonizmi, sereserpe ortaya koyan ilk kitap olması da kitaba ayrı bir zenginlik katmakta. Yazarın Dil konusundaki hassasiyeti ve Dile olan sevgisi romanda belirgin bir şekilde görünmekte.…Farklı ve güzel bir üslup…”
Bu “güzel” üslubu bir de romanın son paragrafıyla sergileyelim; “Demir, Londra’da havaya uçurduğu otelin yakınlarında büyük bir döner dükkanı açtı. İçini özgün Türk tasarımıyla döşedi. Dükkanın bir özelliği daha vardı ki, içeri girenleri hayrete düşünüyordu. Kimilerini de kızdırıyordu. Dükkanın içinde İngilizce konuşmayı yasaklamıştı Demir…. Altuğ, Amerika’da ve İsrail’de büyük bir soğukkanlılıkla işlediği cinayetlerin ardından bir süre Almanya’da saklandı. Bu süre içinde annesini, kız kardeşini ve yeğenini uzaklardan seyretti. Bir sürü kızla yatıp, geçmişin acısını çıkardı. Ardından son kimliği ile Azerbaycan’a, oradan da Rusya’ya gitti. Bildiği diller sayesinde çeviri bürosu kurdu. Güzel bir Türkmen kızıyla evlendi. Çocukları oldu. Açtığı büro sayesinde Ulusal Haberalma Kurumunun yeni yönetimine kıymetli bilgiler aktardı…. Dr. Kıvanç, Ertuğrul Bey ve Işık Bey en son, Doğu Türkistan’da görüldü... Sonuç Yerine. Varoluş her şeyden evvel, bir içgüdüdür.”
Görüldüğü gibi roman “siyonizmi sereserpe ortaya koymakla” kalmıyor, üstadın zihniyetini ve edebiyat zevkini de teşhir ediyor. Hepsinden önemlisi, böyle bir zihniyetin yekpare bir ideolojik geri planı olduğunu anlıyoruz. Milliyetçiliğin her rengini barındıran çok sayıda komplo kurgulu roman, günümüzün elverişli konjonktürünün de etkisiyle giderek çoğalırken milliyetçiliğin gelenekseliyle moderni arasındaki temel fark, düşman tayiniyle belirleniyor. Milliyetçiliğin modernlerinde kötü rol Doğululara verilirken “Varoluş Projesi” gibi geleneksel milliyetçilerde Batıyı temsilen ABD ve İsrail öne çıkarılıyor. Ama her seferinde Kürt, Rum ve Ermeni cemaatleri, medya ve aydınlar gibi yerli işbirlikçilerin düşman kadrosuna eklenmesi unutulmuyor.
Edebi açıdan da benzer zaaflarla malüller. Mesela bütün karakterler, bütün sıfatlar, bütün değer yargıları beylik kalıplarla, klişelerle, üstelik kulakları tırmalayan bir dille anlatılırken iç ve dış ilişkileri, kurumları ve operasyonları çok basite indirgeyen kurguları da kelimenin tam anlamıyla çocukça. Estetik bir yaşantı olarak sanat ve edebiyatın, insan yaşamları üzerine bu denli ilkel duygular uyandırmak için kurgulanmış olması, bizi edebiyat eleştirisini bırakıp ahlaki bir tartışma zeminine çekiyor. Estetik kuramcılarından Colinwooda göre, kötü bir sanat eseri bir insanın duygusunun anlatımını yapmaya çalışan fakat başaramadığı bir eylemdir. Sözde sanatta böyle bir başarısızlık söz konusu değildir, çünkü anlatma teşebbüsü yoktur, başarılı ya da başarısız başka bir şey yapma teşebbüsü vardır. Komplocu külliyat işte böyle teşebbüslerin ürünü.
Komplolarda anlatılan hain planları çözümleyen dünya kapitalist sistemi, azgelişmişlik, emperyalizm ve bağımlılık, yoksulluk ve emperyalizm, ideoloji ve hegemonya gibi kavramların söz konusu zihniyet sahipleri tarafından dile getirilmelerinin ya da kavranabilmelerinin mümkün olmadığı çok açık. Ama suçu başkalarına yüklemeleri pekala mümkün, üstelik de çok kolay. İçerdikleri birbiriyle uyumsuz ideolojileri bir potada eritmişlikleri ve her biri bir alıntı, bir arketip niteliği kazanan sökülebilir parçalar halindeki öğelerinin bağlantısızlığıyla, komplo romanları, kendisini bütün dünya tarihinin biricik “özne”si sayan bir milletin destanını, “Büyük Türk Metni”ni tamamlıyorlar.
Bize de “uzak durun, akıl fikir sağlınızı koruyun demek” düşüyor.