Cesaretle Yaşamak Kitap Özeti

Cesaretle Yaşamak Kitap Özeti

Cesaretle Yaşamak - İsfendiyar AÇIKSÖZ
En önemli cesaretimiz ölüme karşı kullandığımızdır. Bir de sabah yataktan kalkabilmek için yararlandığımız var. Ötekiler ya bunların türevleridir ya da bunlardan esinlenerek oluşurlar. Ölürken geçen her saniye, daha cesur olduğumuzu kanıtlamaz, yaşarken cesur olmaksa, insanın kendi varlığını son ana kadar hissettirmesi demektir.

Cesaret en son saniye dahil insanın daha iyi yaşamasını sağlar. Varlığını kanıtlayan her harekete güç kazandırır. Bilinçaltımıza yerleşmiştir. Verilen her kararda etkili olur. Öyle anlar olur ki, cesur davranmamak pek çok şeyi değiştirir. III. Cumhuriyet bakanlarından Raoul Dautry’nin 1938 yılında Almanya’da bulunduğu sırada başından şöyle bir olay geçmiştir. Barajın açılış töreni yapılırken, elli metre yüksekliğindeki bir duvarın üstünde, Hitler’in tam arkasında bulunuyormuş, içinden "acaba, onu aşağıya iteyim mi?" diye geçirmiş. Ne var ki, cesareti olmadığından bunu yapamamış. Cesaretten söz edebilmek için ortada seçim yapılmasını gerektiren bir durum bulunmalıdır. Yapılacak hareket bir seçim sonucu oluşur.

Genel anlamda cesaret, ahlak kökenli bir erdemdir. Çoğu kez kahramanlıkla birleşir. Eski Yunan’da cesaretten söz edilirken Achille simge olarak gösterilir. Onu ne zafer kazanmak, ne de başkalarına üstünlük sağlamak için kullanıyorum, o benim, yalnız kendimin tanığı bulunduğum hayatımı daha iyi yaşamama yardımcı oluyor. Bu yardım, moral kazandırıcı bir cesaret değil, varlığıma psikolojik bir destek olabilecek biçimde gerçekleşiyor.

Bir anne intihar eden kızının ardından kendisine yazılmış şu kelimeleri bulur: "Anneciğim yaşamak için cesarete ihtiyacım olduğunu bana söylemiştin."

Çağımızda ihtiyaç duyulan cesaret bizi tam bir bütün olarak koruyabiliyor. Her gün karşımıza çıkan değişik sorunlarla mücadele edebilmemiz için parça parça olmamızı önlüyor.

Eğer cesaretin kullanılması yeniden zorunlu hale geldiyse, bu savaşta bu silahı benim için başka hiç kimse taşıyamaz ve benim yerime kullanamaz. İyi korunabilmek için sigortalı olmaktan çok, cesaret sahibi olmanın daha geçerli olduğundan artık kuşku duyulmuyor.

Bu kitapta, "Başkalarının çiçeklerinden bir buket yapmaya çalıştım, benim tek katkım onları bir kordonla bağlamak oldu." diyen Nontaigne, bu yöntemi benden çok daha iyi kullanmayı bilmişti.

Kesin olarak tam ne zaman cesarete ihtiyaç duyarız? Harekete geçmek fikri daha henüz hareket sayılmaz. Harekete geçmek için alınan karar da henüz uygulama değildir. Az ya da çok yükseklikte bir basamak atlanmış olmalıdır ki günlük yaşantımıza dahil bir etkinlik süreci başlamış sayılsın. İşte bu geçiş anında cesaret olaya karışır.

Denize yüksekten atlamak düşüncesiyle, atlama tahtasının ucuna doğru yürüyorum. Denizle aramdaki mesafeyi yüksek bulduğumdan bir an tereddüt ediyorum. Atlayayım mı, atlamayayım mı? İçimde, havuzun kenarındakilerinin beni inceleyen bakışları rüzgarın durumu ve daha önce yaptığım dalışların anıları tam bir çarpışma halindeler. Hem kendimi boşluğa fırlatabilmek için, hem de başarısızlığımla alay etmek isteyenlere karşı çıkabilmek için, ne olursa olsun her iki halde de cesarete ihtiyacım var.

Cesaret "Bir şeye karşın" hareketin başlatılmasını sağlar. Sadece bu hareketin sonunda bir sorun yoktur. Bir bardak suyu dudaklarıma kadar götürebilmek için cesarete gerek duymam. Bunu yaparken en azından hafif bir romatizma ağrısı dahi bana acı vermemelidir. Amaç böyle bir acı duyma durumunda bile yine de suyu içmektir. Ne var ki bu iş için küçük çapta bir cesarete ihtiyaç vardır.

İşte cesaret işlevi yapmak için karşımızda; onun yoğunlaştırdığı, somutlaştırdığı nesneleri görüyoruz. Eğer bu anı geçirirsem, aldığım karar, kesin karar olma niteliğini yitirecek, göstermek istediğim irade de bir silkinmeden ibaret kalacak. Ücret artışı isteğimse yine dalgalanmalar yapmaya devam edecek. Cesaret hem geleceğin somut olarak gerçekleşmesine, hem de onun geçmişe göre bir yön almasına etkili olur. Arzular, istekler, kararlar somut planda kalırlar, zihnimiz sürekli olarak bunlarla uğraşır. Bunların somutlaşmaları ve gerçek olarak biçim değiştirmeleri için sadece cesaret verir.

Yazar felsefe ve geleneksel olarak sadece soylu ve yüce cesaret konularıyla ilgilenir. Sokrat baldıran zehirliyle dolu kadehi dudaklarına götürmekte hiç tereddüt etmedi. Turrenne, kemiklerine kadar titrerken savaşmaktan hiç geri kalmadı. Guillaume, And dağlarındaki fırtınalara karşı gelerek o güne kadar hiçbir canlının yapamadığı biçimde bu dağları aşmayı başardı.

Cesaret kendiliğinden kahramanlık ve erdemle birleşir. Bize hem olağanüstü hem de üst düzeyde ahlak değeri olan bir duygu biçiminde görünür.

Onun bu niteliği, pek çok kişinin neden onunla çok ender ilgilenildiğini çok iyi açıklıyor. Günlük yaşantıda kahramanlıktan çok üçkağıtçılık becerileri daha değerli kabul ediliyor. Erdemse sadece protestan kiliselerinde vaaz edilen, yüksek ahlaki bir tema olarak ilgi topluyor. Oraya gidenlerin sayısında da gün geçtikçe bir azalma görülüyor. Her zaman ihtiyaç duyulan olağan cesaretin, özel olarak erdem sayılabilecek hiçbir yanı yoktur.

Hayal alemiyle gerçek arasında iletişimi sağlayan kapı cesarettir. Cesaret ölümcül olmamızdan doğan kaygılarımızı giderir. Harekete geçmemizi sağlar. Gerçeğin içine geçmemize yardımcı olur. Cesaret meydana gelen türlü durumlara göre bir güdülenme sonunda oluşur. Güçlü bir heves duyulduğunda, ulaşılacak hedefin kesinleşen bilinci, benlikle bu noktaya gelmek için neler yapmak gerektiğini de kapsar. Öyle ki, Göz dikilen amaç ya da nesneyle bizi ayıran engelin aşılabilmesi için gereken gayretin elde edileceği nokta ancak cesareti algılamakla sağlanabilir.

Cesaretin meydana çıkması için ortada tehlikeli, zor bir durumla karşılaşması zorunludur. Cesaretin en üst sınırı, kendi öz varlığını feda edebilmeyi göze almaktır. Böyle bir noktaya ulaşabilenler, sert kayadan destek sağlayabilirler, her türlü cesaretlerini kurarken hiç zorluk çekmezler.

Başkaları için ölümü göze almak, cesaretlerin en üstünüdür. Bu nitelik insanın doğasında vardır. Çok eski çağlardan beri bütün ülkelerdeki edebiyatlarda, operalarda, dramlarda, efsanelerde hep bu ana fikir işlenmiştir.

Hayatımda elde ettiğim en büyük şans; yeteneksizliğin, kuşkunun manevi acıların, çabuk kırılmanın, yalnızlığın ve cehaletin yaşamın bir parçası olduğunu öğrenmem olmuştur. Cesaret kalpten gelir. Kaynağı mantığımız değil, duygularımızdır. Hareket gerekli olduğunda mantığımız ona ancak sınırlı bir yardımda bulunabilir. Atılacak adımın altını çizer, doğrular; ama hareketin başlatılmasını sağlayamaz.

Siyasal ve askeri yöntemlerde olsun, özel sektörlerde olsun sorumluluk taşıyan yöneticiler, elde ettikleri deneyimlerde, aldıkları kararların mantıktan çok duygulara dayandığını çok iyi bilirler. Çünkü alınan kararların yalnız bir bölümünü kapsar