Çağlayanlar Kitap Özeti

Çağlayanlar Kitap Özeti

Sümbül Kokusu

Pazar günü, Budapeşte Darülfünunu Tabiiyyat şubesinde öğrenim gören Hüseyin Arif, Macaristan’ın dar sokaklarından birinin kasvetli, dar evlerinden birinde, gazete okumaktadır. Gazetede Çanakkale Savaşı’nın gidişatıyla ilgili pek çok ha­ber vardır. İstanbul’un, Boğazlar’ın her yanının sarıldığı, ülke­nin çok zor durumda olduğu yazmaktadır. Hüseyin Arif, mem­leketinin düştüğü bu durumdan dolayı büyük bir hüzün için­dedir. Ülkenin cephane durumu çok eksiktir. (Çağlayanlar) Oysa düşman askerlerine her yandan yardım gelmektedir. Onların her türlü imkânı karşısında Türk askerinin yalnızca bir göğsü, bir de bazusu vardır. İstanbul; camileriyle, mavi denizi ve göğü, mezarlıkları, surları ile gözlerinin önüne gelmektedir. Ona göre, İstan­bul’un hamalları Avrupa’nın lordlarından daha asildir. Kaldı­ğı Macar topraklarındaki sokaklara göre İstanbul’un sokakları daha nurani, daha neşelidir. İçinden bir çığlık kopar. Allah’a, vatanımı düşmana çiğnetme, diye yalvarır.
Bu hüzün içinde, memleketine ait neyi varsa hepsini koklar. Sonra pencereyi açar. Ev sahibi dört gün önce bir sümbül vermiştir. Pencereyi açınca duyduğu sümbül koku­suyla irkilir. Sümbül saksısının üzerine kapanarak ağlamaya başlar. O sırada kapı vurulur. Gelen Mehmet Siyavuş’tur. Mehmet’e sümbülü derinden koklamasını söyler. Mehmet Si-yavuş da irkilir. Çünkü sümbül, İstanbul kokmaktadır. Mart aylarında İstanbul’da işportalarda ‘bahariye kokuları ‘ diye satılan sümbül kokusunu hatırlarlar. İkisi de Ah vatan!’ der­ler. Vatanı kaybediyoruz.’ diye ağlamaya başlarlar. İki genç, bir şey yapmaları gerektiğine karar verir. Hüseyin Arif arka­daşına; ‘Yaşamak alçaklıktır. Çanakkale cephesinde ölmeliyiz.’ der. Birbirlerine sarılarak ikisi de vatan için savaşmaya karar verir. İki gün içinde eşyalarını satarlar. Pasaport işlemleri için gittiklerinde görevli onlara ‘Talebelerin askerlikleri ertelendi.’ dediğinde, onlar büyük bir huzurla ‘Biz gönüllü gidiyoruz.’ cevabını verirler.

Padişahım Alınız Menekşelerimi, Veriniz Gülümü

Samime Hanım, kanepede gazeteleri okumaktadır. Ya­nında Ayşecik vardır. Ayşecik, Samime Hanım’in hizmetçisi-dir. Samime Hanım’ın kocası, Ayşecik’in de babası ve ni­şanlısı Trablus cephesine gittiklerinden beri koca evde birbir­lerine arkadaşlık etmektedirler. Ayşecik, bu eve akrabası olan Samime Hanımın kocası Tuğrul Bey’in babasından haber a-labileceği ümidiyle gelmiştir. Fakat Tuğrul Bey de kısa zaman sonra cepheye gitmiştir.
Samime Hanım ile Ayşe iki dert ortağı olmuşlardır. Her ikisi de her gün Allah’a cephedeki yakınları için yalvarmakta, evde matem havası esip durmaktadır. Samime Hanım, Ay­şe’ye kocasından, Ayşe de utanarak nişanlısından bahset­mekte; böylelikle avunmaktadırlar.
Ayşe, Samime Hanıma muharebeden bir haber olup ol­madığını sorar. Samime Hanım, gazetedeki haberi okumaya başlar. Gazetede şunlar yazmaktadır:

‘On üç zırhlıya karşı bir asker’

“Salı sabahı düşman zırhlılarından on üçü Trablus’un şark tarafında kalan Hamidiye İstihkamı’nı dövmeğe başla­mışlardır. İstihkamda on bir neferle bir çavuş vardı. Neferle­rin dokuzu bir müddet sonra şehid, ikisi mecruh olmuş ve sağ kalan Mehmed Çavuş isminde bir kahraman henüz parçalan­mayan birkaç topla, dünyanın hiçbir muharebesinde işitilme­miş, hiçbir memleketin tarihinde görülmemiş bir inat ve me­tanetle tek başına düşmana mukabele etmiş ve nihayet tunç toplarla beraber o pulat vücut da başına yağan yüzlerce gül­le altında parça parça olmuştur. Böyle emsalsiz erlere malik olan millet dünyanın en büyük milletidir.”
Gazetedeki haberi duyan Ayşe, haykırmaya ve ağlama­ya başlar. Haberdeki Mehmet Çavuş babasıdır. Ayşe baygın­lık geçirir. Samime Hanım, onu teskin etmeye çalışır. İkisi de abdestlerini alarak Allah’a secde ederler. Dakikalarca ağlaya­rak Allah’a dua ederler. Samime Hanım, Ayşe’ye yatmasını ve Allah’a nişanlısının yaşaması için dua etmesini söyler.
Ayşe rüyasında nişanlısı Tosun’u görür. Bir melek, onu Trablusgarb’a nişanlısının yanma götürür. Nişanlısının yanında ba­bası da vardır. Babası, nişanlısını götürmesini, onun yerine de savaşacağını söyler ve gider. Ayşe, Tosun’a sarılarak ağlamaya başlar. Tosunla birlikte bir yere otururlar. Tosun, düşman kur­şunu askerlerimizin bağrını delerken, buradan ayrılamaya­cağını söyler. Bu arada, Tosun’un her yerinden inciler akmak­tadır. Ayşe incileri toplayıp padişaha vererek nişanlısının bede­lini vereceğini düşünür ve sevinir. Tosun, düğmesini açtığında içinden mücevherler dökülmeye başlar. Tosun, ona: “Benim bedelim bu çöllerin bütün kumlarıdır. Ben bitmeyince Trablus, bitmez.” der. Padişaha bir demet çiçek götürmesini söyler. Ona son söylediği cümle: “Gönlüm diyor ki ben şehid olmamışsam mutlaka çiçekleri padişaha vereceksin.”
Ayşe, sabah olunca hemen bahçeden çiçek toplar. Padi­şaha gidecektir. Dolmabahçe Sarayı’nın önünde elinde çiçek­lerle duracak, padişah onu görünce Ayşe’yi yanına çağıra­caktır. O da padişaha: “Alınız menekşelerimi, veriniz gülü­mü!” diyecektir. Bu düşüncelerle evden çıkar. Yolda birkaç bölük asker görür. İçlerinde Tosun da vardır. Onu görünce gözleri kararır ve oracığa düşüverir. Ayşe aklanmıştır. Gördüğü asker Tosun değildir. Elinde­ki menekşeler de çamurun içine düşmüştür. O anda rüyada Tosun’un: “Ben şehid olmamışsam mutlaka çiçekleri padişa­ha vereceksin.” dediğini hatırlar. Ağlayarak onun şehid oldu­ğunu anlar.