Simyada element ve atam

(M.Ö. 483-423) Empedokles; bu güne kadar varlığından bahsedilen üç elemente (su, hava ve ateş) birde toprağı ekler. Bu dört maddenin çeşitli oranlarda birleşmesiyle diğer maddelerin oluştuğunu, ayrışmasıyla da maddelerin değiştiğini savunur. Empedokles, “evrendeki hiç bir şeyin yok olmadığını sadece dönüşüme uğradığını (kütlenin koruma kanunu) savunur.”
(1214-1294), Roger Bacon: Ingiltere’nin Somerset kentinde doğmuş ve Oxford üniversitesinde okumuş bir Fransisken rahibidir. Paris Üniversitesinde kaldığı onbeş yılda, Aristoteles, el Razi, ibn-i Sina ve ibn-i Rüsd’ün Latinceye çevirilen yapıtlarını incelemiş ve yorumlamıştır. Doctor Mirabilis (Mucizevi doktor) lakabıyla ün yapan Bacon, tarikat baskısı nedeniyle önceleri uzun süre çalışmalarını yayınlayamamıştır. Sonunda Papa IV.Clement’in desteği ile yazdığı “Opus Major” adli kitabında çağının hemen hemen tüm bilgilerini özetlemiştir. Koruyucusu olan Papanin ölümüyle başı yeniden derde giren bilgin, ibn-i Rüsd’ün düşüncelerini de desteklediği öne sürülerek Dominikenlerin baskısıyla atıldığı hapiste 17 yıl kalmış ve orada ölmüştür.
Demokrit (M.Ö. 460-370); Buğdayın bölünerek una dönüşmesi, büyük kum taneciklerinin ufalanmasını, hatta en saf madde olan altının bile aşınmasını görüyor, öyleyse atom; “maddelerin bölünemeyen en küçük birimi olmalıdır,” fikrine götürüyordu. Ona göre hareket, hem maddelerin hem de onların en küçük tanecikleri olan atomların özelliğidir. Madde başlangıçsız ve sonsuzdur. Hiç bir şey yoktan var edilemediği gibi, vardan da yok edilemez (madde ve enerjinin korunumu kanunu).

Theophrastus Bombastus von Hohenheim (1493-1541); yaklaşık 1500 yıl egemenliğini sürdüren simyacılık akımına karşı çıkarak ilaç kimyası (iatrokimya) çığırını açan bir bilgindir. Yirmi yaşında Tirol madenlerinde çalışmaya başlamış ve burada ünlü simyacı Sigismund Fugger ile tanışarak simya bilgilerini geliştirmiştir. Viyana üniversitesinde tıp eğitimini tamamladıktan sonra gittiği Ferrara üniversitesinde, eski ustalarını eleştirildiği bir ortamla karşılaşması, tıp ve simyaya ilişkin görüşlerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Burada adını değiştirerek, Roma’lı ünlü tıp otoritesi Celsus’dan daha üstün anlamına gelen “Paracelsus” takma adini almış ve bu adla ünlenmiştir. Çağını geleneklerine uyarak pek çok ülkeyi ve İstanbul’u gezen bilgin, sonraları yerleştiği Basel ve Strasbourg’da kent hekimliğine atanmıştır
“Bir yandan simyacıların görevlerinin adi metalleri Altına dönüştürmek olmayıp, tıbba hizmet için ilaçlar hazırlamak olduğunu öne sürmüş; bir yandan da çağındaki hekimleri eski ustaların yazdıklarını gözü kapalı uygulayan bilgisizler olarak nitelendirmiştir.”

Aristo (M.Ö. 384-328): Antik çağın en etkin ve en büyük otoritesi olan Aristo ve onun izleyicileri; maddenin atomlu yapıda olduğu görüşünü küçümseyip maddelerin bir “yüksek aklın” görüntüleri olduğunu savundular. Aristo’ya göre yüksek aklın kurduğu evrende her şey, topraktan doğup toprağa dönerdi. Bu dönüş zinciri; toprak→ateş→hava→su ve yeniden toprak şeklindeydi.” Soğuk ve ıslak (su) sıvı, soğuk ve kuru (toprak) katı, ıslak ve sıcak (hava) gaz, kuru ve sıcak ateşi (ateş) ateşi oluşturur.

Simyada metallerin dönüşümüne inanan Bacon, kimyayı iki kategoriye ayırır: 1) Spekülatif kimya: Her türden metal, mineral, bileşik gibi maddelerin elementlerinden oluşumuyla ilgilidir. Bunlar, Aristoteles ve Latin düşünürlerinin bilmedikleri bilgilerdir. 2) Pratik kimya: Simya sanatı yardımıyla, içlerinde Altın da olmak üzere her tür maddenin damıtma, süblümleştirme, kalsinleme vb. yollarla nasıl elde edileceği ile ilgilidir.
Simyadaki bu gelişmeler, yani metalorojinin gelişimi ile altın, gümüş, cıva gibi elementlerin sentezlenmesiyle eski element kavramı yavaş yavaş kafaları kurcalıyordu. Belki artık toprağa madde denilmiyordu ama parçalanması zor olan bazı tuzlar bir element olarak düşünülüyor ve uzun yıllar öyle kabul ediliyordu.
Bu arada bulunan altın, cıva ve kurşun gibi elementler belli geometrik şekillerle sembolize edilmeye de başlanmıştı.
Elementler üzerindeki çalışmalar iatro kimya(İlaç Kimyası) çağında da ve flojiston kimya (Yanma) çağında da devam etti. Van Helmont (1577-1634) , “Gazlarla buharlar arasındaki ayrımı soğukta sıvı hale geçenleri buhar adıyla ayırarak ortaya çıkaran bilgin; çok farklı gazlar olduğunu öne sürerek, havanın tek türden bir cisim olduğu düşüncesine de ilk kez karşı çıkmıştır.” Van Helmon; Yanma sürecinde su, duman ve ateşin kaybolup
Johnn Joachim Becher (1635-1682) ve öğrencisi; Georg Ernest stahl (1660-1734) yanma olayını açıklamak üzere filojiston kuramını ortaya attılar.Buna göre; Yana bilen maddeler filojiston (alev ilkesi) maddesi içeriyor. Yanma sırasında filojiston maddeyi terk ediyordu. Bu sebeple filojistonlu maddeler iyi yanıyor, filojistonsuz maddeler yanmıyordu. Aslında bu düşüncenin temelleri çok eskilere dayanıyordu. Maddelerin ruhu, filojiston denen bu maddeydi. Yandığında madde ölüyor, ruh alev şeklinde ayrılıyordu.
geriye külün yani toprağın kaldığını, havaya karışanların ise “Gas Sylvestre” adli bir ruh olduğunu öne sürmüş; ancak bu süreçte havanın tümünün değil, ancak bir kısmının harcandığını da saptayabilmiştir. Tarihte ilk defa terazi ve tartı kullanması açısından Van Helmont çok önemlidir.

Bu arada bulunan ve sentez edilen yeni bileşik ve elementler eski element inancını temellerinden sarsıyordu.
R.Boyle deneylerle ifade edemese de ilk “Kimyasal Element” kavramından bahsetti. “Bir madde eğer tam bir homojenlik göstermiyorsa, belli maddelere ayrışa biliyorsa, o gerçek bir element değildir.” Bu tanım o günlerde çok iddialı bir tanımdı.
Joseph Priestley; (1733-1804; Çeşitli kimyasal maddelerden havayı ayırmak için yaptığı deneylerden birinde, içine kırmızı çökelek adıyla bilinen (HgO) Cıva II oksit koyduğu ve dev büyüteçlerle ısıttığı kaplarda bu maddeden bir tür havanın (gazin) kolayca ayrıldığını görmüştür. Bu hava suda pek fazla çözünmemekte, kendisi yanmadığı halde, içine konan bir mumun alışılmadık şiddette yanmasına neden olmaktadır. Filogiston kuramına bağlı olan bilgin, çeşitli maddelerin normal havada orta alevle yanarken bu gaz içinde şiddetle yanmasını hiç filogiston taşımadığı ile yorumlayarak, elde ettiği gaza “Filogistonsuz hava” adini vermiştir. Yeşil bitkilerin de O2 gazı ürettiğinden eserlerinde bahsetti. Yeşil bitkilerin hayatın devamı için şart olduğunu eserlerinde yazdı.
İçinde bu gaz bulunan bir farenin, kapta normal hava olduğundan iki kat uzun süre yaşadığını saptayınca, denemeyi kendi üzerinde yapma cesaretini de göstermiştir. “Buharı solumayı kestikten bir süre sonraya kadar, göğüste garip bir hafiflik ve rahatlığın sürdüğünü” yazarak, tıpta kullanım yollarının aranmasını öğütlemektedir.
Böylece oksijen gazı elde edilmiş oluyordu.
Oksijen gazının eldesi Filojiston Çağını sona erdirdi ve element kavramı üzerine yeni boyut kazandırdı.

Bu gün biliyoruz ki Element; Aynı cins atomlardan meydana gelmiş saf maddelerdir.
Elemente kimyasal özelliklerini kazandıran yegane faktör, proton sayılarıdır. Elementler milyonlarca aynı cins atomların bir araya gelerek oluşturdukları saf maddedir. Bir elementin tüm atomlarının proton sayıları kesinlikle aynıdır, ancak nötron ya da kütle numaraları bir birinden farklı olabilir. Elementler sembollerle gösterilirler.

Yorum yapın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.