İlk Türk Devletlerinde Kültür ve Uygarlık

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK
1. Devlet Yönetimi

Devlet:

İslamiyet’ten önce Türkler devlete İL veya EL demişlerdir.

Hükümdarların Ünvanları:

Türkler Hükümdarlarına Şanyü, Tanhu, Hakan, Han, Yabgu, İlteber, İdi-kut, Erkin gibi ünvanlar vermişledir.

Tarih Boyunca Türk Hükümdarlarının Tahta Çıkış Biçimleri:
1. Hanedan üyeleri arasında siyasi ve askeri mücadeleyi kazanan hükümdar olarak tahta çıkıyordu. (En sık rastlanan durum)
2. Hükümdarın rakipsiz aday olması (Bu durumda taht kavgası olmadan başa geçiyordu.)
3. Seçim Usulü (Kengeş, toy veya kurultay denilen devletin ileri gelenlerinden oluşan meclisin toplanarak hanedan üyelerinden birini tahta geçirmesi.
4. Ekber ve Erşed (En yaşlı ve Olgun) olanın başa geçmesi. (Bu yöntem III. Ahmet zamanından itibaren sadece Osmanlı Devleti’nde uygulanmıştır.

Hakanın Görevleri:

Hükümdarlık güç ve yetkilerini Tanrı’dan ( Tengri ) alan hakanların önde gelen görevi, milletini refah ve barış içinde özgür olarak yaşatmaktı. Ayrıca ülke çapında asker toplamak, orduyu idare etmek, devletin yüksek meclisini yönetmek, hakanın görevleri arasındaydı.

Hükümdarlık Sembolleri:

Türk devletlerinde hakan, idare etme yetkisi ve devlet başkanı sıfatını belirten bazı sembollere sahipli. Bunlar otağ (hakan çadırı), taht, tuğ (sancak, bayrak), davul ve sorguç (serpuş)’tur. Hakan’ın belirli zamanlarda devlet ileri gelenlerine ve halka, törenlerde resmî ziyafet vermesi hükümdarlık
gereğiydi.

Hatun (Katun):

Hakanın eşine hatun denirdi. Türk devlet idaresinde hatun da söz sahibiydi. Savaşlarda hakanın yanında yer alan hatun, devlet adamı gibi eğitilir ve yetiştirilirdi. Böylece devlet idaresi ve komşu devletler hakkında bilgi sahibi olur, gerektiğinde devlet başkanlığı yapar, elçi kabul eder ve devlet meclisine katılabilirdi

Veliaht:

Hakanın ölümünden sonra onun yerine geçen veliahdın büyük oğul olması gerekli değildi. Tahta geçecek kişinin çoğunlukla faydalı ve başarılı olabilecek yeteneğe sahip bir hanedan üyesi olması, ön planda tutulmuştur. Ayrıca veliaht küçük yaşta ise, amcasının tahta geçmesi mümkün olabiliyordu.

Tanrı tarafından hakana verildiği düşünülen yönetme hakkının kan aracılığıyla hakanın bütün evlatlarına da geçmiş olduğu düşüncesi, her prensin ( tegin ) tahtta hak iddia etmesine yol açabiliyordu. Bu suretle kardeşler arasında doğan taht mücadelesi, üstün gelen tarafın hakan olmasına kadar sürerdi. Ancak bu mücadeleler devletin zayıflaması, hatta parçalanmasına dahi yol açabilmektedir.

Kimler Türk Devletlerinde Hükümdar Olabilirdi?
Hanedandan olan bütün erkeklerin hükümdar olma hakları vardı. (Kardeşler, kardeş çocukları, amca, amca çocukları ve diğer hanedan üyeleri.)

Kut Anlayışı:
Türkler devleti yönetme yetkisinin TANRI tarafından verildiğine inanıyorlardı. Tanrı tarafından verilen bu yönetme hakkına KUT diyorlardı. KUT’un kan yoluyla hükümdarın tüm erkek çocuklarına geçtiğine inanıyorlardı.

Kut Anlayışı Türk Devletlerini Nasıl Etkilemiştir?
Bütün hanedan üyelerinde KUT olduğundan kendine siyasi ve askeri bakımdan güvenen kişi TAHT KAVGASINA girebiliyordu. Bu durum Türk devletlerini ya iç savaş sonucu istikrarsızlığa, yada bölünmeye götürüyordu.

Türk töresinde ana-babaya itaat esas olmasına rağmen, hükümdar bunun dışında tutulmuştur. Devletin devamı için baba-oğul veya kardeşlerin birbirleriyle mücadelesi normal karşılanmıştır. Çünkü bu sayede en güçlü ve en yetenekli kişi devletin başına geçecektir.

İkili Yönetim (Çifte Krallık) Nedir?
Türk Devletlerinde hükümdar yönetimi kolaylaştırmak için ülkeyi SOL (Doğu) ve SAĞ (Batı) olmak üzere ikiye ayırırdı. Ortada (Merkezde) ise asıl hükümdar bulunurdu. Sağ ve Solda ise Hanedan üyelerinden YABGU’lar bulunurdu.

Eski Türklerde siyasi teşkilatlanmanın en üst kademesini “İL” meydana getiriyordu.
Bodun’lar ve Boy’ların merkezden idare edilmesi sayesinde İl’de birleşmiş olan halk, “töre” denilen ortak idari ve hukuki düzenle yönetilirdi. Demek ki Türk”il”i yurdu koruyan, milleti huzur ve barış içinde yaşatan bir siyasi kuruluştur.

Türk ilinin özellikleri şöyle özetlenebilir:
1- İSTİKLÂL
Bu konuda Asya Hun Devlet meclisindeki şu konuşma (Çin yıllıklarından alıntıdır) Türklerin bağımsızlık hakkındaki bütün görüşünü kısaca özetler:
“İstiklale karşı hayranlık duymak ve bağımlı olmayı yüz kızartıcı saymak bizim geleneğimizdir. Atalarımızdan toprakla beraber devr aldığımız devletimizi; Çin ile uzlaşmak pahasına feda edemeyiz. Mücadele edecek savaşçılarımız mevcut iken devletimizi korumalıyız”.

* Çiçi’nin konuşması M.Ö.58

2-ÜLKE
Yine bu madde şu güzel örnekle açıklanabilir:
Asya Hun Tanhu’su Motun, komşu Tung-Hu’ların vergi olarak at ve kadın istemelerine fazla itiraz etmemişti. Fakat devlet arazisi isteğiyle karşılaştığı zaman, devlet meclisinde, toprağın devlete temel olduğunu, kendisinin kimseye arazisini terk et demeye yetkisinin bulunmadığını söylemişti. (MÖ.209)

3-HALK
Halk deyiminin eski Türkçe karşılığı “KÜN” idi.
Özel mülkiyet kişi haklarının ve hürriyetin teminatıdır. İnsan şahsi mülke sahip olup onu istediği gibi kullanabilir.

4-TÖRE
Türk devletinde halkın hak ve hürriyetini istemesi tabii idi. Halkın bu isteği, törenin uygulanması ile karşılanıyordu. Töre, eski Türk hayatını düzenleyen hukuki kaidelerin bütünüydü.

B) MECLİS VE HÜKÜMET:

Türk Meclislerine TOY, KURULTAY veya KENGEŞ denilirdi.
Kurultay’da devletin ana meseleleri görüşülür, hükümdarın ölümü, savaş veya milli felaketlerde kurultay toplanırdı.
AYGUCI : Hükümet başkanı(başbakan)
BUYRUK : Bakan
TAMGACI: Dış siyaset işlerini yürüten görevliler
Eski Türk Devletlerinde diğer devlet görevlileri şunlardı:
TİGİN: Hükümdar çocukları (Tekin)
ŞAD : Diğer Hanedan mensupları
Bunların dışında İnal, inanç, tarkan, bağa, tudun, çor, külüğ, apa, ataman gibi devlet görevlileri de vardı.

ordu

Türk Ordusunun başlıca özellikleri şunlardı:
a)- Türk ordusu ücretli değildi.
b)- Türk Ordusu daimiydi. (Kadın-erkek her an savaşa hazırdı.)
c)- Türk Ordusunun temeli ATLI askerlerden meydana geliyordu.

NOT: Türk ordu teşkilatını ilk kuran METE HAN olmuştur. Mete Orduyu 10’luk sisteme göre teşkilatlandırmıştı. Onluk sistem daha sonra tüm Türk devletlerinde kullanılmıştır. Bu düzen Avrupa’ya Attila ile girmiştir. (Türk ordusu; Çin, Roma, Bizans, Rus ve Moğol Ordu teşkilatı üzerinde etkili olmuştur.)

Türk Ordusunu Silahları: Ok, yay, kement, kılıç, mızrak, kargı, süngü, kalkan vb..

Savaş taktiğinin iki önemli özelliği “Sahte Ricat” ( sahte çekilme ), ve “Pusu” dur.

Bu taktikle Malazgirt, Niğbolu,Mohaç savaşları gibi savaşları kazanmışlardır.

Savaş stratejileri “keşif seferleri” ve “yıpratıcı savaşlar” a dayanır.

Sınır boylarında tampon bölgeler bırakmışlardır.

Askeri alanda Çin, Roma, Bizans, Rus, Balkan Slavlarını ve Moğolları etkilemişlerdir.

hukuk

Türklerde yazılı olmamakla beraber, gelişmiş bir hukuk anlayışı vardı. Bu hukuk kurallarına TÖRE(Türe) denilirdi.
Hükümdarın başkanlık ettiği ve siyasi suçlara bakan yüksek mahkemeye YARGU adı verilirdi.
YARGANLAR(Yargucu) idaresindeki mahkemeler ise adi suçlara bakarlardı.
Hunlar ve Göktürklerde, göçebe hukuku , Uygurlarda yerleşik hukuk anlayışı görülür.
Örneğin ; işlenen adi suçlarda hapis cezası 10 gündür. Bunun temel nedeni, göçebe yaşam koşullarıdır

2. Din ve İnanış

Göktanrı Dini: Türklerin İslamiyet’ten önceki dini Göktanrı diniydi. Bu dine göre Türkler;
* Tek bir Tanrının evreni yarattığına ve gökte oturduğuna inanıyorlardı.
* **dükten sonra dirileceklerine inandıklarından, ölülerini atı, eşyaları ve silahıyla birlikte gömüyorlardı.
* Cennet’e UÇMAĞ, cehenneme ise TAMU diyorlardı.
* Mezarlara ölünün, sağlığında öldürdüğü düşman sayısı kadar BALBAL adı verilen küçük heykeller dikerlerdi. İnanışa göre, yeniden dirilecek kişi atıyla cennete gidecek, ve öldürdüğü düşmanlar sonraki yaşamında ona hizmet edeceklerdir.
* **üleri için YOĞ adı verilen cenaze törenleri yapar, ve ardından yas tutarlardı.

En eski Türk Dini : Türklerin eski devirlerinde Gök kutsal sayılmıştır.
Bunun yanında bazı dağ, ırmak, vadi gibi varlıklarda gizli güçlerin olduğuna inanıyorlardı.
Güneş ve Ay’da kutsal sayılmıştır.

Hun Dininin özellikleri : Dağ, vadi, göl gibi tabiattaki bazı varlıklar kutsallıklarını korumaya devam etmiştir.
Gök asıl tapılan unsur haline gelmiştir. Gök için “Tengri” kelimesini kullanmışlardır.
Atalarının ruhlarını da kutsal kabul etmişlerdir.
Bu nedenle ataların mezarlarına dokunma savaş sebebi sayılmıştır.
İyi ve kötü ruhlara , fal ve büyüye inanmışlardır.
**ülerin kötü ruhlardan kurtulması için uzun süre bekletmişlerdir.
Cesedin kokmasını önlemek amacıyla mumyalamışlardır.

Göktürklerde Din : Evrenin üst üste gelen katlardan oluştuğuna inanılmıştır.
Gök’ün onyedi, yerin altının ise yedi kattan oluştuğuna inanırlardı. Bu ikisinin arasında insanların yaşadığı yeryüzü bulunurdu.
Tek tanrı inancına bu dönemde ulaşılmıştır. Bütün evren göğün en üst katında oturan Tanrı’ya itaat ederdi.
Göktürkler Tanrı’ya “Türk Tanrısı” adını vererek onu millileştirmişlerdir.
Tanrı’ya ; Ugan , Bayat , Ulu Yaratgan da demişlerdir.
Bazı kutsal saydıkları yerlerde Tanrı’ya dua edip, kurban kesmişlerdir.

Uygurlarda Din : Önceleri Şamanizm’ e inanmışlardır.
Bögü Kağan döneminde Mani dinini kabul ettiler. * Orta Asya’da Türkler’de ilk kez göktanrı din inancı dışında başka bir dini kabul etmesi.
Doğu Türkistan Uygurları ” Budizm ” i dini inanç olarak benimsediler.

Hazarlarda Din : Önceleri Şamanizm’e inanıyorlardı.
Sonra devlet yöneticileri ve halkın bir bölümü ” Museviliğe ” inanmıştır.
Hazarlarda son derece geniş bir dini hoşgörü vardır. Müslüman, Hristiyan, Musevi , Şaman dininden olanlar birlikte yaşamışlardır.

Kam (Şaman – Baksı): Türklerin din adamlarına verdikleri isimdir. Şamanlar ; fala bakar, büyücülük yapar, gelecekten haber verir , doktorluk yaparlardı. * Diğer toplumlarda olduğu gibi ayrıcalıklı bir sınıf haline gelmemişlerdir.

Yuğ: **ü gömme törenine verilen isim. Acılı bir şekilde törenlerini yaparlardı. Yedi gün sürerdi. **ü’nün silahları, eyeri , değerli eşyaları ve kurban edilen atı mezara birlikte konurdu.

Balbal: **en kişinin hayatta iken öldürdüğü düşman sayısı kadar taşın mezarın kıyısına dikilmesi ile oluşan anıtlar.( Öbür dünyada hizmetlerini göreceği inancıyla bu taşları dikerlerdi)

Kurgan: Türklerde mezarlara verilen isim.

Günümüzde Kam (Şaman) Dininden Kalma Geleneklerden Bazıları:
1. Evli çiftlerin üzerine para, buğday, şeker vb. atılması (saçı). “Darısı başına deyimi”
2. Kapı eşiğine basmama. ( **en atalarının ruhlarının eşikte durduğuna inandıklarından).
3. Sadaka verirken başı çevirme.
4. Türbe, ağaç ve mezarlara çaput bağlama
5. **en kişinin evine yemek götürme.

Türklerin Kabul Ettiği Dinler :

Şamanizm,

Manihaizm,

Musevilik,

Hıristiyanlık,

Mazdeizm ( Zerdüştlük),

Budizm,

İslâmiyet.

3. Sosyal ve Ekonomik Hayat

Sosyal Hayat
Hun ve Göktürklerde sosyal yapı, göçebe hayata dayalıydı. Bu nedenle Türkler çadırlarda (yurt, otağ) yaşarlar ve bu çadır Türk aile birliğinin kutsal bir sembolü sayılırdı
Türk devletleri genel olarak iki sosyal birliğe, aile ve ordu’ya dayanmaktaydı.
Hun toplumu ordu düzenine göre teşkilatlanıyordu. Bu toplulukta herkes savaşçıydı. Hunların savaş tekniği, göçebe hayatın gerektirdiği özelliklerden doğmuştu.
Hun ve Göktürk devletlerinde, bir başkent kurarak oraya yerleşme isteğine karşı çıkılmıştır.

Bilge Kağan’ın surlarla çevrili bir şehir inşa etmesi üzerine, Tonyukuk’ tan ;
“Eğer, surla çevrili bir şehirde yerleşir ve bir kere yenilirsen esir olursun”
Ordu kelimesi , Hunlar ve Göktürklerde, yer değiştirebilen otağlı başkent anl***** gelmektedir.
Ordu adının, başkent ve şehirlere verilmesine, yerleşik hayata geçen ilk Türk kavmi olan Uygurlarda rastlanır.
Türklerde yerleşik hayatın başlangıcı, kışlak hayatıdır. Bu nedenle sürekli kışlaklar, şehir hayatına geçişin temelini oluşturmuştur.
Türkler göçebe hayat gereği, hayvancılık ve avcılık yaparlardı. Yarı göçebe topluluklarda çiftçilik de görülmektedir.
İklim şartlarıyla bağlantılı olarak yaşayan göçebe Türkler, kışı geçirmek için ormanlık veya rüzgarlardan korunan bir vadiyi seçerlerdi. Kışlak denilen bu yerlerde nisan ayı ortalarına kadar kalıyorlardı. Yazın ise, yaylak adı verilen, sulak ve açık otlaklara doğru göç ederek, göl ve ırmak kenarlarında yaşarlardı.
Türklerde at, göçebe hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Etini yemeleri, sütünden “Kımız” denilen içki yapmaları, derisini giyimde kullanmaları açısından At büyük önem taşımıştır. Küçük yaşta ata binmeyi öğrenen Türkler, at üstünde alışveriş yapmışlar, yemek yemişler, uyumuşlardır. Attan başka deve, merkep ve katır da göçebe toplulukların ulaşım araçlarını oluşturmuştur.
Başlıca gıda maddeleri , koyun eti ve süt ürünleridir.Eti uzun süreli koruyabilmek için konserve yapmışlar, Besledikleri hayvanların deri, yün, kıl vb. ürünlerini değerlendirmişlerdir.

İktisadi ( Ekonomik ) Hayat
Ekonominin temeli hayvancılığa dayanır. At, koyun, sığır, katır, deve beslenilen hayvanlardır.
Demir madeni ve işçiliğinin de ekonomide önemli etkisi olmuştur.
İpek yolu, ticari gelirlerin sağlandığı önemli bir ekonomik kaynaktır.
Hayvancılık, Ziraat ( Tarım), alınan vergiler ,hediyeler diğer ekonomik kaynaklardır.

Ticaret
Canlı hayvan, deri, kösele, kürk, hayvani gıdalar satmışlar ; tahıl ve giyim eşyası almışlardır.
Asya Hunları, Göktürkler, Uygurlar Çin’le, Avrupa Hunları Bizans’la ticari anlaşmalar yapmışlardır.
İpek yolu, ticari hayatın canlı olmasını sağlamıştır. Bu nedenle ipek yolu egemenliğini sağlamak önemlidir.
Kürk yolu’nda ise ( Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayıp, Çin’de sona ererdi) sincap, sansar, tilki, samur, kunduz, vaşak kürklerinin ve bunlardan yapılan giyim eşyalarının ticareti yapılırdı.

Ziraat
İklim ve coğrafi şartların uygun olduğu bölgelerde Tarım yapmışlardır.
Buğday, Darı, Kendir, bezelye, bakla, üzüm, bostan yetiştirmişlerdir.
Tarımda en çok gelişmeyi uygurlar göstermişlerdir.

Türk toplumu;

Oguş : Aile
Urug :Soy=Aileler birliği
Bod (Boy) :Kabileler
Budun : Millet denilen birimlerden oluşuyordu.
Boyların başında bulunan BEY’ler, töreye göre boyu idare ederlerdi.

Boyların bir araya gelmesiyle Devlet (İL) kurulurdu.

AİLE : Eski Türk sosyal hayatında aile bütün sosyal bünyenin çekirdeği durumundaydı. Kan akrabalığına dayanıyordu. Türk ailesi “küçük aile” tipindeydi. Bu yönü ile Yunan, Roma, İslav ailelerinden ayrılmaktadır. Eski Yunanistan’da ve Roma’da aile reisi, ailenin diğer fertleri üzerinde mutlak hakim iken, İslav’larda ise aile büyüğü bütün aile halkına kölesi gibi hükmederdi. Bu ailelerde mülkiyet kolektifti.

Türklerde ise mülk ortaklığı yalnız otlaklara ve hayvan sürülerine aitti. Hatta sürülerde çok kere şahsi mülk halindeydi. Evlenen erkek veya kız, baba ocağından hisselerini alarak ayrılır, yeni bir aile kurardı. Baba evi ise en küçük oğla kalırdı.

Türklerde tek eşlilik yaygındı.

Kadın hürdü ve Türk topluluğunda saygı görürdü. Ata biner, ok atar, hatta güreş tutarlardı. Namus ve iffetine düşkün olan Türk kadınının savaşta düşman eline geçmesi büyük zillet sayılırdı.

URUG: Bu ifade soy, sop manasına gelmektedir.
BOY : Aileler veya soy’lar bir araya geldiği zaman boy teşkil ediyordu. Başında Bey bulunurdu. Bey’in görevi boydaki iç dayanışmayı muhafaza etmek, hak ve adaleti korumak ve düzenlemekti. Boy Bey’leri cesareti, mali kudreti ve doğruluğu ile tanınmış kişiler arasından seçilirdi. Aile ve soyların temsilcileri, seçici heyeti meydana getirirdi. Bu heyet, eski Türk Devletlerinde mevcut meclislerin küçük çaptaki ilk tipidir.

BODUN : Boylar birliğine “BODUN” denmekteydi. Başında “HAN” bulunuyordu. Bodunlar Boylar arasındaki sıkı işbirliğinin meydana getirdiği siyasi topluluklardır.

Türk Toplumunun Özellikleri:
Halk hürdü. Herkes aynı işi yaptığından (hayvancılık) aralarında kesin olarak SINIF’ların ortaya çıkması imkansızdı. Yaşam biçimleri GÖÇEBE olduğundan savaşta elde ettikleri esirleri çalıştırmaya elverişli değildi. Bu yüzden Türk toplumunda K**E sınıfı yoktu. Din adamları diğer toplumlarda olduğu gibi imtiyazlı değillerdi.

4. Yazı, Dil ve Edebiyat

Türk Dili ve Yazısı
Türkçe, Ural-Altay dilleri ailesindendir,
Türk yazısının ilk örneğine VIII. yüzyıl başlarından itibaren Orhun Yazıtları’nda rastlanılmaktadır. ( Bu yazıtlarda görülen Türkçe gelişmiş bir dildir.)
Türk dili, XIII. yüzyıl boyunca, çeşitli alfabelerle ifade alanı buldu. Bunların en eskisi ve Türklere özgü olanı Göktürk, ikincisi ise Uygur alfabesidir. Bunun dışında Türkler, Soğd, Brahmi, Süryanî, ender olarak Tibet ve Çin alfabelerinden başka, Arap, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmışlardır.

Göktürk Yazısı
En eski Türk yazısı olma özelliğini taşır. V. ve IX. yüzyıllar arasında Yenisey mezar taşları ve Orhun Yazıtları’nda görülmektedir.
Göktürk yazısına, karakter benzerliği dolayısıyla, eski İskandinav, Germen yazısı (runik)na benzetilerek, “runik Türk yazısı” adı da verilir.
Göktürk harflerinin karakteri, işaretlerin esas olarak keskin düz çizgilerden meydana gelmiş olması ve bitişmemesidir.
Yazı sağdan sola yazılır, kelimeler, aralarına üst üste iki nokta konarak birbirinden ayrılır.
Orhun alfabesi 38 harften oluşur. Bunların 4’ü sesli, 34’ü ise sessiz harflerdir.
Bu alfabenin ilk örneklerine Orhun Yazıtları’nda rastlandığından Orhun alfabesi de denilmektedir.

Uygur Yazısı
Eski Türklerin yazıda kullandıkları ikinci millî alfabesi Uygur alfabesidir.
Uygur yazısı, Soğd alfabesinden alınmıştır. Uygurlar, Soğd alfabesini geliştirerek, bazı küçük ilave ve değişikliklerle kendilerine özgü bir alfabe haline getirmişlerdir.
Uygur yazısı, sağdan sola doğru yazılırdı. Alfabede 18 harf vardır ve harfler genellikle birbirleriyle bitiştirilir.
VIII. yüzyılın ilk yarısında kullanılmaya başlamış, öteki Türk kavimleri arasında da yayılmıştır. X. yüzyıldan itibaren yerini Arap alfabesine bırakmakla birlikte hemen önemini kaybetmedi.
Moğol hakimiyetinin kurulmasıyla (XIII. yüzyıl) yeniden canlanmış, uzun süre Moğolların resmî yazısı olmuştur.

Matbaa
Kağıt ve baskı tekniği Uygurlarca bilinmekte idi. Baskı tekniğini (matbaa) ilk kullananların Çinliler olduğu görüşü yanında, bir kısım araştırmacılar da matbaanın ilk önce Uygurlarda kullanıldığı görüşündedirler.
Matbaanın, batıya yayılmasında Uygurların büyük rolü olmuştur. (Avrupa, Moğollar aracılığı ile XIII. yüzyılda Uygur baskı tekniğinden haberdar olmuştur.) Gutenberg matbaanın mucidi değil sadece geliştiricisidir.
Uygurlar, Avrupa’dan yüzyıllar önce kağıdı biliyorlardı. Kağıdı, önce Araplar, VIII. yüzyılda ele geçirdikleri esirlerden öğrendiler ve Semerkant’ ta bir kağıt imalathanesi kurdular. Kağıt, XI. yüzyılda Arap fetihleriyle İspanya’ya, dolayısıyla Avrupa’ya yayılmıştır.

Edebiyat
Türklere ait ilk yazı dili örnekleri, Orta Asya’da ortaya çıkıp gelişen Türk edebiyatının temelini oluşturur.
Bunların en eski örnekleri, çoğunlukla Göktürk alfabesiyle yazılmış olan mezar taşları üzerindeki yazıtlardır.
Bu taşlar, Orhun Yazıtları ile Talas ve Yenisey yazıtlarıdır.

Orhun Yazıtları
VIII. yüzyılda dikilmiş olan Orhun Yazıtları, Yadrinsef (N.M.Jadrincev) tarafından XIX. yüzyılda (1889) keşfedilmiş, ilk olarak, 1893 yılında Danimarkalı dil bilgini Vilhelm Thomsen tarafından okunmuştur.
En önemlileri, II. Göktürk Devleti’nin önemli devlet adamları Bilge, Kültigin ve Tonyukuk adına dikilmiş olanlarıdır.
Yazıtların bir yüzü Çince olup, diğer tarafları Göktürk alfabesiyle yazılmıştır.
Orhun Yazıtları üçü büyük olmak üzere birtakım dikili taşlar halindedir.

l- Tonyukuk Yazıtı
İki ayrı taş sütun üzerine, 720-725 tarihleri arasında dikilmiştir.
Yazılar soldan sağa doğru yazılmıştır. Burada Göktürklerin ünlü devlet adamı Tonyukuk, önce İlteriş Kağan zamanını anlatmakta, son olarak kendisinden bahsederek, öğütler vermektedir.
Yazıtın etrafında başları kırılmış sekiz adet heykel bulunmaktadır.

2- Kültigin Yazıtı
Bilge Kağan tarafından, kardeşi Kültigin adına 732 yılında dikilmiştir.
Bu anıt, birkaç parçadan meydana gelen birleşik bir yapı halindedir.
Taşın her tarafında, yukarıdan aşağı doğru Göktürk alfabesiyle yazılmış yazılar bulunur. Batıya bakan yüzünde Çince yazı yer almaktadır.

3- Bilge Kağan Yazıtı
“……. Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye babam hakanı, annem hatunu yükseltmiş (olan) Tanrı onlara ülke veren Tanrı (kendilerini) Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye beni o Tanrı hakan olarak (tahta) oturttu. Muhteşem bir kavmin üzerine hakan olmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz korkak ve zavallı bir kavmin üstüne hükümdar oldum Küçük kardeşim Kültigin (ve iki şad) ile sözleştik. Babamızın ve amcamızın kazandığı milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyumadım. Gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kültigin ile iki şad ile ölesiye kadar çalıştım.

Bu kadar cehd edip (çalışıp) müttehit (birlik olan) milleti ateş, su (yani vahdetsiz) kılmadım. Ben kendim hakan olduğumda etraftaki yerlere varmış olan kavim ölü ve bitik bir halde yayan ve çıplak olarak geri geldi.

Kavmi yükselteyim diye yukarı (kuzey) Oğuz kavmine karşı, ileri (doğu) Kıtan, Tatabı kavimlerine karşı, beri (güney) Çinlilere karşı büyük ordu (île) on iki (defa) sefer ettim, muharebe ettim. Ondan sonra Tanrı buyurduğu ve talim olduğu için kısmetim olduğu için ölecek olan milleti diriltip doğrulttum, çıplak kavmi elbiseli, fakir kavmi zengin kıldım, az kavmi çok kıldım.Gayrı (başka) ülkelerden, gayrı (başka) hakanlardan daha iyi kıldım. Dört taraftaki kavmi hep muti kıldım. Düşmansız kıldım. (Bunlar) hep bana itaat etti…….”
Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1987, s.41-44
Bilge Kağan adına 735 yılında dikilmiştir.

Kültigin ve Bilge Kağan yazıtları, Kültigin’in atabeyi olan Prens Yollug Tegin tarafından yazılmıştır.
Yazıtlarda Göktürk Devleti’nin kuruluşu ve yükselişi, Kültigin ve Bilge Kağan’ın kahramanlıkları, başarıları anlatılmakta, Türk milletine öğütler verilmektedir.
Göktürk Devleti tarihi bakımından en değerli kaynak olma özelliğini taşımaktadırlar.

4- Orhun Bölgesindeki Diğer Yazıtlar

Orhun bölgesinde, bunlardan başka birçok yazıt da yer almaktadır. ( Orta ve Kuzey Moğolistan’da )

Orhun Yazıtları’nın Türk Tarihi Açısından Önemi
Türk tarihi hakkında bilgi veren bu anıtlar, Türkler tarafından yazılmış ilk belgelerdir.
Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin özelliğini taşırlar.
Yazıtlarda, Türk adı ilk olarak bir milleti ifade etmek üzere kullanılmıştır.
Türk dili ve edebiyatının en eski örneğidir.
Türk yazısının en eski alfabesiyle yazılmıştır.
Orta Asya kültürünün en açık olarak ifade edildiği belge özelliğini taşırlar.
Yazıtlarda, Türklerin tarihlerinin araştırılmasına imkan veren, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatlarıyla ilgili bilgiler bulunmaktadır.
Yazıtlar, sadece mezar taşları olmayıp, bütün Türk boylarına seslenen siyasî bir beyanname karakterini taşımaktadır.

Talas ve Yenisey Yazıtları

Orhun Yazıtları’ndan başka, Talas ve Yenisey nehirleri civarında da Türk yazıtları bulunmaktadır.
Yenisey Yazıtları, Orhun Yazıtları’ndan daha eskidir.
Yazıtların birkaçı hariç, diğerleri mezar taşları halindedir.

Uygur ve Kuman Edebiyatı

Uygurlar da Türk edebiyatına seçkin örnekler vermişlerdir.
Göktürklere ait edebî eserlerin çoğu yazıtlar halinde iken, Uygurlara ait olanlar yazma şeklindedir.
Bulunan eserlerin çoğu Budizm ile ilgili dinî metinlerdir. Türk dili ve edebiyatının en önemli hazinelerinden biri de Kodeks Kumanikııs (Codex Cumanicus) adlı Kuman lügatidir. Kumanlar, Kırım yarımadası ve Don civarındaki Cenevizlilerle yakın ticarî ilişkiler kurdular. Bu ilişkilerin sonucu olarak, İtalyan misyonerlerin kaleme aldıkları bu eser; Kumanca, Latince ve Farsça olmak üzere muhtemelen XIII. yüzyılda yazılmıştır.

Başlıca Türk Destanları:

Hunların (Oğuzların) : Oğuz Kağan Destanı
İskitlerin (Saka) : Alper Tunga Destanı
Göktürklerin : Ergenekon Destanı
Uygurların : Göç ve Türeyiş Destanları
Kırgızların : Manas Destanı

Destanlar ve efsaneler, Türklerin İslamiyet’ten önceki, adet, inanç ve hayat biçimleri hakkında bilgi veren zengin kaynaklardır.

5. Bilim ve Sanat

Türkler 1 yılı 365 gün 6 saat olarak hesaplayarak, 12 Hayvanlı Türk Takvimini oluşturmuşlardır. (Türklerin gök bilim ile olan ilgilerinin açık bir kanıtıdır.)
Uygurlar tahta harflerden matbaayı ve pamuktan kağıdı yapmışlardır.
Madencilikte özellikle de demircilikte ileri gitmişlerdir. (Kazakistan’ın başkenti Alma Ata yakınlarında bir kurgandan çıkarılan “Altın Adam Heykeli” Türk maden sanatının ne kadar geliştiğini gösterir.)
Eşya ve binalarda hayvan üslûbu denilen, hayvan figürlerini kullanmışlardır.
Halı, Türklerin Dünya medeniyetine bir katkısıdır. (Altaylarda Pazırık Kurganı’nda bulunan halı dünyanın en eski halısıdır. )

Yorum yapın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.